selamikaranfil moderatör
Üyelik: 01 Ocak 2005
Durum Online: Offline Mesaj: 242
|
Gönderildi: 20 Nisan 2005 - 12:30 | IP Kayıtlı
|
|
|
KUTLU DOGUM
Degerli müminler,
20 Nisan 571 tarihine rastlayan Rebiu'l-evvel ayinin 12'nci günü Pazartesi gecesi Peygamberimiz Efendimiz dünyayi sereflendirmislerdir. 14 asir evvel böyle bir gecenin sabahinda günes ufuktan dogmadan insanligin hayat ufkunda ilâhi bir nur dogmus oluyordu. Sair ne güzel söylemis:
"Envar ile kâinat doldu,
Iste bu gece sabah oldu."
Bu gecenin sabahinda Hz. Ibrahim ile oglu Hz. Ismail'in dualari ve Isa aleyhi'selamin müjdesi gerçeklesmis oluyordu. Kur'an-i Kerim'de hikaye edildigine göre Hz. Ibrahim ile oglu Hz. Ismail Kâbe'yi insa ederlerken söyle, dua etmislerdi:
"Bir zamanlar Ibrahim, Ismail ile beraber Beytullah'in temellerini yükseltiyor (ve söyle dua ediyorlardi:) :
Ey Rabbimiz, bizden bunu kabul buyur, sen isitensin bilensin.
Ey Rabbimiz, bizi sana boyun egenlerden kil, soyumuzdan da sana itaat eden bir ümmet çikar, bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et; zira tövbeleri çokça kabul eden ancak sensin.
Ey Rabbimiz, onlara, içlerinden senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti ögretecek, onlari temizleyecek bir peygember gönder. Çünkü üstün gelen, herseyi yerli yerince yapan yalniz sensin."[1]
Hz. Isa da su müjdeyi vermisti:
"Ey Israil ogullari, ben size Allah'in elçisiyim, benden önce gelen Tevrati dogrulayici ve benden sonra gelecek Ahmet adinda bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, demisti,"[2]
Bir gün Ashab-i Kiram peygamberimizin hayatinin ilk günlerini anlatmasini rica etmisler, o da su sözleri söylemisti:
"Ben, atam Hz. Ibrahimin duasi, kardesim Hz. Isa'nin müjdesi, annem Amine'nin rüyasiyim. Annem bana hamile oldugu sirada bir rüya görmüstü: Içinden bir nur çikmis ve bu nur Suriye'deki saraylari aydinlatmisti:"[3]
Evet, iste bu gecenin sabahinda Hz. Ibrahim'in duasina ve Hz. Isa'nin müjdesine mazhar olan bu son Peygamber, bir günes gibi dogdu.
Degerli müminler, bu gecenin sabahi gerçekten feyizli bir sabahti. Insanlik için yepyeni bir gün dogmus aydinlik bir devir açilmisti. Hz. Adem'le baslayan tevhid inanci yeniden canlanmis, cehalet ve sapik inançlarla kararan ruhlar, bu dogusla aydinliga kavusmustu.
Bir fazilet günesi ve hidayet mes'alesi olan peygamberimizin dogumu, Allah'in bütün insanlara en büyük nimetlerinden birisidir. Bu husus Kur'an-i Kerim'de söyle ifade buyurulmaktadir:
"And olsun ki Allah, müminlere ayetlerini okuyan, onlari kötülüklerden temizleyen, onlara kitap ve hikmeti ögreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmustur. Halbuki onlar önceleri apaçik bir sapiklikta idiler."[4]
Ayet-i Kerime'de ifade buyuruldugu üzere, gerçekten insanlar peygamberimizden önce her türlü deger ölçülerini yitirmis, yollarini sasirmislardi. Küfür ve zulüm, gönülleri karartmis, Allah'a giden yoldan uzaklastirmisti. Hayir ve fazilet namina hiçbir sey kalmamisti. Sosyal hayat bozulmus ahlak baglari tamamen çözülmüstü. Hak, kuvvete boyun egmis, merhamet ve sefkat kalplerden silinmisti. Kadin esir muamelesi görmüs, bir esya gibi alinip satilmisti. Kiz çocuklari acimasizca diri diri topraga gömülmüstü. Evet, bunlari kim söylüyor? Bunlari bu toplumun içinde yasayan insanlar söylüyor. Nitekim Mekke'de gördükleri zulüm ve iskence yüzünden Habesistan'a göç etmek zorunda kalan ilk müslümanlar Habes kralina, hicrete mecbur olduklarinin sebeblerini anlatirken, bakiniz neler söylüyorlar :
"Ey hükümdar, biz cehalet içinde yasayan bir millet idik, putlara tapiyor, lase yiyorduk. Fuhus yapiyorduk. Akraba ile münasabeti kesiyor, komsularimiza kötülük yapiyorduk. Kuvvetli olanimiz zayif olani eziyordu. Biz toplum olarak bu halde yasarken Allah Teâlâ bize acidi, lütfederek içimizden birini peygamber gönderdi. Soyu, iffeti ve dürüstlügü hepimizce bilinen birisi. O bizi yalniz Allah'a ibadet etmeye çagirdi. Atalarimizin tapinageldikleri agaç ve tas parçalarini terketmemizi söyledi. Bize dogru söylemeyi, emanete ve akrabalik baglarina riayat etmeyi, komsularla güzel geçinmeyi; kan dökmekten ve haram olan seylerden sakinmayi ögütledi. Bizi fuhustan, yalandan, yetim mali yemekten, namuslu kadinlara iffetsizlik iftirasinda bulunmaktan uzak durmayi emretti. Allah'a ibadet edip O'na hiçbir süretle ortak kosmamayi emretti. Namaz kilmaya, sadaka vermeye ve iyilik yapmaya bizi çagirdi. Biz de ona inandik, getirdigi dini kabul ettik. Onun haram dedigini haram bildik, helâl dedigini helâl tanidik. Bundan dolayi içinde yasadigimiz, her yönü ile kokusmus toplum bize düsman kesildi, eziyet ve iskence yapmaya basladi. Bu sebeple biz de hicret ederek ülkenize geldik."[5]
Iste bu sözler o toplumda yasamis olan insanlarin sözleridir. Demek ki o toplum içine düstügü bu bunalimdan büyük ölçüde rahatsizlanmis, bekledigi kutariciyi bulunca ona simsiki sarilmisti. Onun getirdigi esaslari benimsemis ve onlari hayata geçirmek için hicret etmeyi ve hiç tanimadigi bir ülkeye gitmeyi göze almisti.
Degerli kardeslerim, Peygamberimiz az önce de söyledigimiz gibi 571 yili Nisan'in 20'sine rastlayan Rebiu'l-evvel ayinin 12'nci Pazartesi gecesi tan yeri agarirken Mekke'de dünyaya geldi. Babasi Abdullah, annesi Amine'dir. Babasi Abdullah onun dogumundan iki ay kadar önce ölmüs bu mutlu güne erisememisti. Dedesi Abdülmüttalip torununa Muhammet adini vermisti. Atalari arasinda böyle bir ad yoktu. Bunu duyanlar Abdülmüttalip'e bu adi niçin koydugunu sordular. Abdülmüttalip su cevabi verdi:
"Umarim ki, onu gökte Hak, yerde halk övecektir."
Tarihçiler, peygamberimizin dogdugu gece dünyada olaganüstü bazi olaylarin meydana geldigini naklederler. O gece Iran'da hükümdar Kisra'nin sarayindan 14 sütun yikilmis, Sava gölü kurumus, bin yildan beri yanan Mecûsilerin atesi sönmüstü. Bu olaylar ilerde Iran saltanatinin yikilacagina, Bizans Imparatorlugu'nun çökecegine ve putperestligin ortadan kalkacagina isaret idi ve öyle de oldu.[6]
Peygamberimizin hem çocuklugu ve hem de gençligi hiç kimsede görülmeyen bir güzellik içerisinde geçti. Herkes ona "Güvenilir Muhammed" diyordu.
Nihayet 40 yasina geldi; içerisinde bulundugu toplumdan çok rahatsizdi. Bu toplumu içerisine düstügü bunalimdan kurtarmak için ne yapilmaliydi ? Hep bunu düsünüyordu. Allah'a ibadet etmek için de zaman zaman Mekke yakininda bulunan Hira dagindaki magaraya çekiliyor, günlerce burada kaliyordu. 610 yilinin ramazan ayinda sözünü ettigimiz magarada bulundugu sirada kendisine Cebrail adindaki melek geldi. Peygamberimiz o ani söyle anlatti:
"Melek bana:
- Oku, dedi. Ben :
- Okuma bilmem, dedim. Bunun üzerine melek beni alip gücüm tükeninceye kadar sikistirdi. Sonra beni birakip yine:
- Oku, dedi. Ben de ona:
Okuma bilmem, dedim. Yine beni alip ikinci defa takatim kesilinceye kadar sikistirdi. Sonra beni birakip:
- Oku, dedi. Ben:
Okuma bilmem, dedim. Nihayet beni yine alip üçüncü defa sikistirdi sonra beni birakip :
"Yaratan Rabbinin adiyla oku. O, insani Alak'tan yaratti. Oku, Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayi ögreten O'dur. Insana bilmedigini O ögretti."[7] Cebrail aleyhi's-selam bu ilk ayetleri teblig etmis ve peygamber olarak görevlendirilmis oldugunu da kendisine müjdelemisti.
Peygamberimiz korkudan titreyerek eve döndü ve esi Hz. Hatice'ye:
Beni sarip örtünüz, beni sarip örtünüz, dedi Hz. Hatice de onu örttü. Bir süre sonra peygamberimiz olup bitenleri Hz. Hatice'ye anlatti ve:
- Kendimden korktum, dedi Hz. Hatice
- Öyle deme, Allah'a yemin ederim ki, Allah Teala hiçbir vakit seni utandirmaz. Çünkü sen akrabalik baglarina hürmet ediyor, borçlularin borcunu ödüyor, yoksullara yardim ediyorsun. Misafirlere ikramda bulunuyor, dogrulari destekliyorsun, dedi.[8]
Iste böylece peygamberimize peygamber oldugu Cebrail adindaki melek tarafindan teblig edilmis ve ilk ayetler de vahyedilmis oldu.
Degerli kardeslerim, Hz. Muhammed son peygamberdir. Allah Teâlâ Hz. Adem'den itibaren kesin sayilarini ancak kendisinin bildigi pek çok peygamber göndermistir. Peygamberimiz bunlarin sonuncusudur. Kur'an-i Kerim'de söyle buyurulmustur.
"Muhammed, içinizden herhangi birinizin babasi degil, o, Allah'in elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her seyi bilendir."[9]
Peygamberimiz de söyle buyurmustur:
"Benimle peygamberlerin benzeri, su bir kimsenin benzeri gibidir ki, o kisi bir ev yaptirmis, binayi tamamlayip süslemis de yalniz bir tuglasi eksik kalmis. Bu durumda halk binaya girip gezmeye baslarlar ve eksik yeri görüp hayret ederek: "Su bir tuglanin yeri bos birakilmis olmasaydi" derler. Iste ben o tuglayim, ben peygamberlerin sonuncusuyum."[10]
Peygamberimiz önceki peygamberler gibi bir milletin degil, tüm insanligin peygamberidir. Diger peygamberlerden farkli yönlerinden birisi budur. Nitekim Kur'an-i Kerim'de:
"Ey Muhammed, biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarici olarak göndermisizdir. Fakat insanlarin çogu bunu bilmezler."[11]
Peygamberimiz yalniz insanlara degil, alemlere rahmet olarak gönderilmistir. Nitekim Kur'an-i Kerim'de söyle buyurulmustur:
"Ey Muhammed, biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik."[12]
Evet, peygamberimiz sadece insanlar için degil, alemler için bir rahmettir. Peygamberimiz bütün insanlara hatta canlilara sefkat ve merhamet gösterir, bu konuda insanlar arasinda ayirim yapmazdi. Müslüman olsun, olmasin kadin erkek, büyük küçük, zengin fakir, köle efendi herkese merhamet ederdi.
Bir savas esnasinda bir kaç çocuk çarpisan iki taraf arasinda kalmis ve ölmüslerdi. Peygamberimiz bundan haberdar oldugu zaman büyük üzüntü duymustu. Askerler peygamberimizin üzüldügünü görünce:
- Ey Allah'in Resûlü, neden bu kadar üzülüyorsunuz, bunlar nihayet müsrik çocuklari degil mi? dediler. Peygamberimiz:
- Bu çocuklar müsrik çocuklari da olsa bunlar insandir. Bugün sizin en hayirli olanlariniz müsrik çocuklari degil mi idi? Dikkat ediniz, kesinlikle çocuk öldürmeyiniz. Her can Allah'in fitratina göre yaratilmistir.[13] buyurdu.
Adamin biri peygamberimize basvurarak bir düsmani için lanet etmesini istemisti. Peygamberimiz "Ben lanet okumak için degil, fakat aleme rahmet olmak için gönderildim." buyurdu."[14]
Herkese sefkat ve merhamet gösteren peygamberimizin inananlara özel bir sefkati vardi. Elbette öyle olmali idi. Çünkü inananlar, onun getirdigi dini benimsemis, mallari ve canlari ile o dinin yayilmasi için büyük fedakarliklar göstermislerdi. Bu konuda söyle buyuruluyor:
"And olsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmistir ki, sizin sikintiya ugramaniz ona çok agir gelir. O size çok düskün, müminlere karsi çok sefkatlidir, merhametlidir."[15]
Degerli müminler, peygamberimiz anilirken akla ilk gelen, onun, Kur'an-i Kerim'le övülmüs olan yüksek ahlakidir. Onu Allah Teâlâ terbiye ettigi için bir insanda bulunmasi düsünülebilen güzel huy ve davranislarin daha mükemmeli onda toplanmisti. Ahlâkinin güzelligine ve her yönü ile güvenilir olduguna düsmanlari bile hayrandi. Daha gençliginde halk arasinda "el-Emin-güvenilir" kimse olarak taninmis oldugunu az önce söylemistik. Su olay bunun çarpici bir örnegidir:
Kâbe kureys tarafindan yenileniyordu. Her kabile kendisine düsen bölümü yapmis, sira "Hacer-i Esved"in yerine konmasina gelmisti. Kureysten her kabile "Hecer-i Esved" i yerine koyma serefini kazanmak için, o hizmeti yapmak istiyordu. Bu yüzden kabileler arasinda tartisma çikti. Her kabile "Hacer-i Esved"i yerine koyma serefinin kendisine ait oldugunu iddia ediyordu. Hele Abdüddar ogullari çok ileri gidip bir çanak dolusu kan getirdiler. Ellerini bu kana bulastirip: "Kanimiz dökülmedikçe kimse önümüze geçemez" diye yemin ettiler. Bu tartisma dört bes gün devam etti. Nerde ise kabileler arasinda savas çikacakti ki, kureysin en yaslisi olan Ebu Umeyye Beni Mugire kureysin ileri gelenlerini mescide topladi. Konuyu tekrar tartistilar ve su karara vardilar: Belirledikleri vakitte mescidin safa tarafindaki kapisindan önce kim içeriye girerse o, hakem olacakti. Belirlenen vakitte evvela bu kapidan peygamberimiz içeri girdi. Bunun üzerine kureys ileri gelenleri hep bir agizdan: "Iste bu giren zat, emindir, bunun hakemligine raziyiz. Bu güvenilir zat, Muhammettir" dediler. Peygamberimiz bunlarin yanina gelince, kendisini hakem tayin ettiklerini ve bunu kabul etmesini rica ettiler. Peygamberimiz onlari dinledikten sonra hakemligi kabul etti ve: "Bana bir yaygi getirin" buyurdu. Getirilen bu yayginin içine kendi eliyle "Hacer-i Esved-i" koydu. Sonra kabile baskanlarinin bu yayginin birer ucundan tutup birlikte kaldirmalarini söyledi. Böyle yaptilar, her kabile yayginin bir ucundan tutarak "Hacer-i Esved"i konacagi yere kadar kaldirdilar, peygamberimiz de onu yerine koydu. Böylece her kabile "Hacer-i Esved"i yerine koyma serefinden payini aldi ve tartisma da böylece bitmis oldu.[16] <![endif]>
Bu olayda önemli olan sudur: Peygamberimizin küçük yastan beri kimseyi incitmeyip o yasa gelinceye kadar fazilete aykiri hiçbir hal hareketi görülmedigi için peygamber olarak gönderilmeden önce de kureys arasinda "güvenilir" ünvani ile taninmis olmasidir.
Islâmiyet'in kisa zamanda ve hizla yayilmis olmasi süphe yok ki onu teblig eden peygamberin yüksek ahlaki ile ilgilidir. Insanlar onun dürüstlügüne ve güvenilir olduguna inanmasalardi onun etrafinda toplanirlar miydi? Nitekim Kur'an-i Kerim'de bu husus söyle ifade edilmistir:
"Ey Muhammet, Allah'in rahmetinden dolayi sen onlara karsi yumusak davrandin. Eger kaba ve kati kalpli olsaydin, süphesiz etrafindan dagilir giderlerdi. Onlari affet, onlara bagis dile, is hakkinda onlara danis, fakat karar verdin mi Allah'a güven. Dogrusu Allah kendisine güvenenleri sever."[17]
Peygamberimizin, yasadigi hayat ile telkin ettigi esaslar arasinda tam bir ahenk mevcut idi. O, telkin ettigi esaslari önce kendisi uygulardi. Çünkü insan, baskalarina verdigi ögüdü kendisi uygulamazsa onun baskalari üzerinde etkisi de olmaz. Esasen Kur'an-i Kerim, "Ey iman edenler, yapmayacaginiz seyleri niçin söylersiniz."[18] diyerek kisinin yapmayacagi seyi baskalarina söylemesinin dogru olmayacagini bildirmektedir.
Degerli kardeslerim, Hz. Aise validemize, peygamberimizin ahlakinin nasil oldugu soruldugunda, o: "Onun ahlâki Kur'an'di" demistir.[19]
Peygamberimiz, davranislari ve üstün kisiligi ile en güzel örnektir. Esasen Kur'an-i Kerim tek örnek kisi kabul etmektedir ki, o da peygamberimizdir. Söyle buyurulmustur: "And olsun ki, Allah'in Resûlü, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavusmayi umanlar ve Allah'i çok ananlar için güzel bir örnektir."[20]
Ayet-i kerimede Peygamberimizin, Allah'in razi olacagi davranislarda bulunmak isteyenler için canli bir örnek ve büyük fazilet numunesi oldugu anlatilmaktadir.
Peygamberimiz, peygamber olarak insanlari davete basladigi zaman, onu duyan komsu ülkelerin baskanlari karsilastiklari her Mekke'liden peygamberimiz hakkinda bilgi aliyorlar, daha çok ahlakinin nasil oldugunu soruyorlardi. Iste Mekke ileri gelenlerinden Ebu Süfyan müslüman olmadan önce ticaret amaci ile Sam'a gittigi zaman Bizans Imparatoru onu huzuruna çagirmis ve peygamberimizle ilgili kendisine bazi sorular sormustu. Bu sorulardan birisi de söyle idi:
Peygamberlik iddiasinda bulunan bu zatin daha önce hiç yalan söyledigini duydunuz mu? Ebu Süfyan:
- Asla yalan söyledigini duymadik, diye cevap verdi. Bunun üzerine imparator :
- Size peygamberlik iddiasinda bulunan bu zatin evvelce hiç yalan söyleyip söylemedigini sordum, onun hiç yalan söylemedigini ifade ettiniz. Sayet bu zat Allah hakkinda yalan söylemis olsa daha evvel insanlara yalan söylemesi gerekirdi, dedi.[21]
Degerli müminler, peygamberimize göre ahlak her seydi o, ahlaka o kadar önem verirdi ki, dinin ne oldugunu soranlara, dinin güzel ahlaktan ibaret oldugunu söylerdi. Hatta ahlaki güzel olmayanin konustugu zaman yalan söyleyenin, söz verdigi zaman sözünde durmayanin, emanete hiyanet edenin -diger dini vecibelerini yerine getirmis olsa bile- olgun mümin olamayacagini söylerdi.
Onun hayatini inceleyenler, onun ne yüksek bir ahlaka sahip oldugunu göreceklerdir. O, kim olursa olsun, herkese iyi muamele eder, kimseyi incitmez, ayiplamaz ve kirmazdi.
Ebu Saîd el Hudri (r.a.) anlatiyor:
"Bir gün bedevilerden biri peygamberimizden alacagini tahsil etmeye gelmisti. Edep ve terbiye ölçülerini asarak peygamberimize kaba ve sert sözler söyledi. Ashab-i Kiram bedevinin bu hareketine kizarak:
- Sen kiminle konustugunu biliyor musun? dediler. Bedevi hiç aldirmadi:
- Ben hakkimi istemeye geldim, dedi. Bunun üzerine peygamberimiz ashaba:
- Siz onun tarafindan olacaktiniz. Çünkü bu adam hakkini istiyor, buyurdu.
Ve bedeviye hakkini fazlasi ile verdi.[22]
Peygamberimizin arkadaslarindan herhangi biri kendisinden bir ricada bulundugunda bu ricayi geri çevirmez, yerine getirirdi.
Mahmud b. Er-Rebiu'l-Ensari (r.a.) anlatiyor:
"Peygamberimizin arkadaslarindan Bedir savasinda hazir bulunan Ensardan itban b. Malik, peygamberimize gelerek "Ey Allah'in Resûlü, gözlerim görmez oldu. Halbuki mahallemiz halkina namaz kildiran benim. Yagmur yagdigi vakit onlarla aramizda olan dere akar da mescitlerine gidip namaz kildiramaz oluyorum. Gönlüm ister ki bana gelip evimde namaz kildirasin da senin namaz kildigin yeri namazgah edineyim: dedi. Peygamberimiz: "Insallah bunu yaparim" diye vadetti.
Itban diyor ki : Ertesi sabah peygamberimiz beraberinde Ebû Bekir oldugu halde gün yükseldigi vakit bana geldiler. Peygamberimiz içeri girmek için izin istedi. Eve girdiginde oturmadi, bana:
- Evinin neresinde namaz kilmami istersin? dedi. Ben de namaz kilmasini istedigim yeri ona gösterdim. Peygamberimiz namaza durup tekbir aldi. Biz de arkasinda durarak saf olduk. Iki rekat kildirip selam verdi. Bunun üzerine biz onun için pisirdigimiz çorbaya onu alikoyduk. Mahallemiz sakinlerinden bir çok kimseler, peygamberimizin evimizi sereflendirdigini haber alinca birer birer geldiler. Içlerinden biri mahallede oturan Malik b. Ed-Dühaysin'i göremeyince sordu: "Malik nerede? dedi Orada bulunanlardan bir baskasi:
- O, Allah'a ve peygamberine sevgisi olmayan bir münafiktir, dedi. Peygamberimiz:
- Böyle deme, görmüyor musun ki, "Lâilahe illallah ( Muhammedü'r Resülullah)" diyor ve bunu Allah rizasi için söylüyor, buyurdu. Bunun üzerine o zat:
- Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedi. Itban diyor ki. Peygamberimizi münafiklar hakkinda hep böyle iyilik ve hayir düsünür bulurduk, dedi. Sonra peygamberimiz: Allah Teâlâ, O'nun rizasini arayarak "Lâilâhe illallah" diyen kimseyi cehennem atesine haram kilmistir, buyurdu.[23]
Peygamberimiz hayati boyunca adaletten kil kadar ayrilmamistir. Herkese karsi adil davranmis, insafla muamele yapmistir.
Hz. Aise validemiz anlatiyor: Mahzumî kabilesinden bir kadin hirsizlik etmisti. Mekke ileri gelenleri, asil bir aileye mensup olan bu kadinin ceza görmemesi için peygamberimizin çok sevdigi azatli kölesi Zeyd'in oglu Usame'yi peygamberimize sefaatçi olarak gönderdiler. Peygamberimiz Usame'yi dinledikten sonra:
- Sizden öncekiler bu gibi farkli uygulamalari sebebiyle helak olmustur. Onlar, yoksullara en agir cezayi uygular, zengin ve itibarli olana ise ceza vermezlerdi, buyurarak kanunlarin uygulanmasinda ayirim yapilmasinin toplumun yok olmasina sebeb olacagini bildirmis ve:
- Allah'a yemin ederim ki; Muhammed'in kizi Fatima hirsizlik etse mutlaka cezasini verirdim.[24] buyurdu.
Ebû Said el-Hudrî (r.a.) anlatiyor:
Bir defa peygamberimiz savas ganimeti dagitiyordu. Çok kalabalik vardi. Adamin biri peygamberimizin adeta sirtina binmisti. Peygamberimiz elindeki çubukla kendisini rahatsiz eden bu adama geri durmasi için isaret etmis, fakat çubuk adamin yüzüne gelerek, yüzünü incitmisti. Peygamberimiz hemen çubugu adamin eline vererek:
- Intikamini al, demisti. Adam:
- Ey Allah'in Resûlü, ben sikayetçi degilim, diye cevap verdi.[25]
Degerli müminler, peygamberimizin yüksek ahlakini böyle bir vaazda anlatmak mümkün degildir. Biz sadece onun ahlakindan bir iki örnek verdik. Genis bilgi almak isteyenler peygamberimizin hayatini incelemelidirler.
Degerli müminler, peygamberimizin dogumunu anarken ne yapacagiz? Bazi yerlerde oldugu gibi kaside ve ilahiler söyleyip kandil simitleri dagitmakla mi yetinecegiz? Elbette bunlar da güzel adetlerdir. Ancak onun dogumunu anmak bu degildir. Onu anmaktan asil gaye, onun cihansümul olan nübüvvet ve risaletini, yüksek ahlakini anmak ve sünnetine uyma azmini tazelemektir. Çocuklarimiza onun hayati ile ilgili bilgi vererek onu sevdirmeye çalismaktir. Çünkü onu sevmek imandandir, hatta imanin ta kendisidir.
itekim peygamberimiz:
"Nefsim kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, hiç biriniz, ben ona babasindan ve çocugundan da daha sevgili olmadikça iman etmis olmaz", buyurdu.[26]
Peygamberimizi sevmek demek onun sünnetine uymak ve onu hayata geçirmektir. Nitekim peygamberimiz
"Sünnetimi ihya eden beni sevmis demektir. Beni seven ise cennette benimle beraberdir" buyurmustur.[27]
Degerli kardeslerim, Allah Teâlâ'nin sevgisine ve magfiretine mazhar olmanin tek yolu, O'nun sevgili Peygamberinin sünnetine uymaktir. Nitekim Kur'an-i Kerim'de söyle buyurulmustur:
"(Ey Muhammed) de ki: Eger Allah'i seviyorsaniz bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarinizi bagislasin. Allah son derece bagislayici ve esirgeyicidir."[28] Iste bu ayet-i kerime, peygambere uymanin, Allah'in rizasini kazanmaya ve günahlarin bagislanmasina vesile olacagini gayet açik bir sekilde ifade buyurmaktadir.
Bu duygu ve düsünce ile kutlu dogumun hepimize, aziz milletimize ve bütün müslüman kardeslerimize mübarek olmasini ve peygamberimizin sefaatine bizi mazhar kilmasini Cenab-i Hak'tan niyaz ediyorum.
------------------------------------------------------------ --------------------
[1] Bakara, 127-129
[2] Saff, 6
[3] Sibli, Islam Tarihi, Asri Saadet, Sevval 1330, c. 2, s. 1643
[4] Al-i Imran, 164
[5] Ibn Hisam, c.1, s. 336
[6] Islam Tarihi, Asri Saadet, c.1, s.188
[7] Alak, 1-5
[8] Buhârî, Bedü'l-vahiy, 1
[9] Ahzap, 40
[10] Buhârî, Menakip, 18
[11] Sebe', 28
[12] Enbiya, 107
[13] Müsned, Ahmed Ibn Hanbel, c.3, s. 435
[14] Islam Tarihi, Asri Saadet, c. 2, s. 982
[15] Tövbe, 128
[16] Sahîh-i Buhâri Muhtasari Tecrîd-i Sarih Ter cümesi ve Serhi, c. 6, s. 30-31
[17] Al-i Imran, 159
[18] Saf, 2
[19] Müslim, Müsafirûn, 129
[20] Ahzap, 21
[21] Buhârî, Bedü'l-vahiy, 1
[22] Ibn Mace, Sedakat, 17
[23] Buhârî, Salât, 46
[24] Buhârî, Hudut 11; Müslim, Hudut 2
[25] Ebu Davut, Diyât, 15
[26] Buhârî, Iman, 8; Müslim, Iman, 16
[27] Tirmizi, Ilim, 16
[28] Al-i Imran, 31
Bu yazi(www.muhammedmustafa.net)sitesinden iktibas edilmistir. Bu site tüm okuyuculara tavsiye olunur...
<br />
Düzenleyen selamikaranfil Tarih: 30 Aralik 1899 - 00:00
|